Teknolojide Sanatçılar ve Tasarımcılar  Mühendislerden Daha Fazla İnovasyon Yaratabilir

Ashton Kutcher’in Değeri

Bu yazinin orjinali 11 KAsım 2013 tarihinde Amerika’da Atlantic Media- Quartz‘da yayınlanmıştır. Japonca The Bridge tarafından çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Yazar Tükçe versiyonununa eklemeler yapmıştır.

Bazı oyuncular rolleriyle tamamen bütünleşirler. Oynadıkları karakterlerin şivelerini, tavırlarını ve kişiliklerini benimseyerek çekim boyunca o insan olurlar. Çekim bitişi kutlanır kutlanmaz ise karakter üstlerinden silinip atılır.

Ve sonra Ashton Kutcher var. Kendisi Steve Jobs`ın hayat hikayesinin anlatıldığı bir filmde oynadıktan sonra Çinli teknoloji şirketi Lenovo tarafından ürün mühendisi olarak işe alındı. Birçokları, Quartz da dahil olmak üzere, bunu bir halkla ilişkiler numarası olarak algılayıp pek ciddiye almadılar.

Ama almalılar.

Ya onlar durumu analiz etmek için doğru soruları sormuyorlarsa? Ya Kutcher gibi yaratıcı kimseler teknoloji şirketlerinin ölesiye ihtiyaç duyduğu insan odaklılığı da beraberlerinde getiriyorlarsa? Nihayetinde sanatçılar, tasarımcılar bunun için yaşamıyorlar mı? Ya Kutcher`ın yatırımcılıktaki başarısı sadece şans değilse ve tam da  O’nun sanatsal tabiatından kaynaklanıyorsa? Bu durum O’na (ve Lenovo`ya) teknoloji geliştirirken insanlara ve onların ihtiyaçlarına öncelik verme becerisi kazandırabilir.

2005 yılında, bu felsefenin hayatımı değiştiren başka bir versiyonunu duydum. Fütürist, yazar ve film yapımcısı Joel A. Barker İstanbul`daki bir konferansta şöyle demişti: “Neredeyse, her zaman paradigma değişikliğini sektörün dışından gelenler yapar. 21. yüzyıl işte bu dışardan gelenerin yüzyılı.”

Bu sözler Paris`teki bir MBA programını reddedip İstanbul`da tiyatro okuma kararımda bana cesaret verdi. Lisans ve yüksek lisans seviyesinde mühendislik okumuştum ve herkes bana bir sonraki adımın mantıken MBA olması gerektiğini söylüyordu. Bir işi yönetmek için gerekli becerileri bana ancak bir MBA verebilir dediler, sanat eğitimi değil.

Her ne kadar sanat okumak iş hayatında başarılı olmak amaçlı  gördüğüm bir adım olmamasına rağmen bana çok farklı bir bakış açısı kazandırdı.

Singularity Üniversitesi`nin kurucusu ve Google`ın mühendislik başkan yardımcısı Ray Kurzweil bir konuşmasında sanatçıların ve tasarımcıların becerilerinden nasıl faydalanılabileceğinden bahsetti. “Sanat, beşeri bilimler ve teknoloji arasında güçlü bir iletişim olmalı” dedi Kurzweil konuşmasında. “Mühendisler insan doğasını anlamakta zorlanınca teknoloji bundan zarar görüyor” dedi ve “bu iki farklı dünyayı birleştirmekten” bahsetti, “çünkü esas başarı buradan çıkacaktı.”

Son yirmi yıl boyunca, insanların cinsiyet, ırk ve etnik kimliklerini sorgulamak giderek artan bir eğilimle ayırımcılık olarak algılandı. Belki de, eğitim ve uzmanlık alanlarını sorgulamak da artık buna dahil edilebilir. İnovasyona katılım bu kadar değişiyor ve ilerliyorken neden yeni fikirler getirebilecek insanları uzaklaştıralım ki? Uzmanlık alanlarından şüphe duymak yerine ünlü sanatçıları teknolojiyle buluştururken onların yetkinliklerini sorgulamak yerine şu soruları sorabiliriz: Ünlüler bu projelere işin temellerini en baştan öğrenebilmek için odaklanabilecekler mi? Ya da takımdaki  arkadaşları endüstri dışından gelen bu kişilerle çalışmak için hazır, ve en temel hatta aptalca soruların değerini bilecek kadar açıklar mı?”

Bu yaz 38 ülkeden gelen 80 kişiyle beraber Singularity Üniversitesi’nin NASA kampüsündeki yaz programına katıldım. Sağlık ve eğitim gibi küresel sorunlar üzerine çalıştık ve onları çözmek için üssel büyüyen teknolojilerden faydalandık. Biyoteknoloji bu teknolojiler arasında en popüler olanlardan biriydi. Fakat, çoğumuz sadece lise seviyesinde biyoloji biliyordu. Kimsenin teknik becerilerini sorgulamadan biyoteknoloji kürsü başkanı Raymond McCauley tarafından başlangıç seviyesinde dersler ayarlandı. Programın sonunda dört tane biyoteknoloji projesi vardı.

Tarih eğitimi ve telekom sektöründe iş tecrübesi olan bir katılımcı arkadaşım olan Katharina Wendelstadt biyoteknoloji projesindeki deneyimini şöyle açıkladı: “Bir uzman olmadığım için saçma ya da basit sorular sorabiliyorum. Aslında bu sorular o kadar apaçık ortada olabiliyor ki takımımızdaki bilim insanları bunları düşünemeyebiliyor, ama bizim ürünümüzü basitleştirmemize yardımcı oldu.”

Aynı projede çalışan Geoffrey Siwo biyolojik sistemlerin bilgisayarla modellenmesi üzerinde çalışan bir PhD adayı. Kendisi bu durumdan ne öğrendiğini şöyle açıkladı: “Bu bana teknolojiyi çok daha net olarak açıklamamı sağlıyor. Uzman olmayan insanlar önlerindeki teknik bir sorunu çözmek için metaforlar kurmak zorunda kalıyorlar. Ve metaforlar çözüm bulmak için çok önemli katalizörler, çünkü size bir sorunu kendi tecrübelerinden faydalanacak şekilde soyutlayabilme becerisi kazandırıyor.”

Gerçekten de, önemli inovasyonlar gerektiren projeler için teknik beceriler ve uzmanlık alanları doğru bir yaklaşım olmayabilir. Singularity’nin araştırma ve inovasyon sorumlu başkan yardımcısı Vivek Wadhwa’nın da söylediği gibi “inovasyonun en büyük düşmanı uzmandır.”

Kutcher’ın bir teknoloji şirketindeki varlığını sorgulamak birçok başka sanatçının veya tasarımcının cesaretini kırabilir ve onların bu alanlara girmesini engelleyebilir. Ancak atılım yapacak inovasyonlar elde edebilmek için onlara yani dışardan gelenlere ihtiyacımız var. Ve unutmamalıyız ki dışarıdan gelenlerle çalışabilmek için yeni bir düşünme, var olma ve sorgulama şekline ihtiyacımız var.